'En güzel olduğum yer tiyatro sahnesi'

'En güzel olduğum yer tiyatro sahnesi'
Giriş Tarihi : 08.04.2013 - 11:00
Güncelleme Tarihi : 08.04.2013 - 11:00
'En güzel olduğum yer tiyatro sahnesi'


Son dizilerinde ailemizin ablası,annesi rollerinde izlediğimiz Sumru Yavrucuk, bu kez bambaşka bir rolle, “Ağır Roman”ın Tina’sı olarak karşımızda. Bir yandan da tiyatro sahnesinde bir travestiyi oynamaya hazırlanıyor.


“Dışarıda benim yaşımda insanlar ‘Babam sizi çok seviyor, annem sizi çok seviyor’ diyorlardı. Öyle bir şey oynayayım ki dedim 60 yaşında adam gelsin bu sefer ‘Oğlum sizi çok beğeniyor’ desin. Bir şeyi iyi canlandırmak da bazen handikap haline geliyor. Bu iyi kadın, ablamız faslını bitirdiğimi düşünüyorum.”


ÜLKEMİZDE tiyatrodan yıldız olunmasından söz edilebilirse, sahiden sahnenin yarattığı son yıldızlardan biri, Sumru Yavrucuk.Yıllarca televizyonda pek az görünerek,yalnızca İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda oynadığı oyunlarla, aldığı bolca
ödüllerle epeyce bir hayran kitlesi edindi kendisine. Sonra gün geldi, “Yabancı Damat”ın Antepli Feride’si oldu, birden ekranlardan evimize girdi, kaşla gözle, klasik bir güzellikle değil iyi oyunculukla televizyon yıldızı olunabileceğinin örneklerinden biri oldu. “Fatmagül’ün Suçu Ne?”de Ebe Nine olarak şöhretini daha da artırdı. Bu yıl, alıştığımız ‘ailemizin iyi kalpli ablası, annesi’ rollerinin ardından bambaşka bir karakterle, “Ağır Roman”ın frapan, yürek yakan Tina’sı olarak Star ekranlarında karşımızda. Sumru Yavrucuk ile Tina’yı konuşmak üzere buluştuk, karşımıza bir de yeni tiyatro oyunu haberi ve her anı sahneyle tamamlanan zengin bir dünya çıktı...

? Geçen sezon “Fatmagül’ün Suçu Ne?” biterken pek niyetiniz yoktu yeni bir dizi yapmaya. Ne oldu sonra?
 Aslında çok zor bir savaştan çıkmıştım ve gerçekten hiç dizi yapmayı düşünmüyordum. Tamamen tiyatroya ayırmıştım bu yılımı. Fakat bir anda “Ağır Roman” gelince, Metin Kaçan olması, senaryoyu Ayfer Tunç’un yazıyor olması, derken öyle bir ekip oluştu ki, sadece proje üstüne öylesine bir sohbet etmek için toplandık ve bir anda bana teklif edilen rol üstünde konuşmaya başlamış bulduk kendimizi. Şartlar da biraz benim düzenime göre ayarlanmaya çalışıldı. Bir de çok değişik bir rol, beni bugüne kadar televizyonda izleyen seyircilere bambaşka bir şekilde ulaşmak da heyecan verici. Uzun soluklu işlerime baktığınızda “Yabancı Damat” var ve “Fatmagül’ün Suçu Ne?” var. Onlardan sonra bambaşka bir kadın.


? Hem romanı var, sinemada da Müjde Ar oynamıştı, sizin Tina’nız nasıl bir kadın?
Yeryüzünde ne kadar aktör varsa o kadar Romeo vardır, o kadar Juliet vardır. Onun için ben romanı referans alarak kendi düşündüğüm Tina’yı biraz paylaştım ve ekipte de çok kabul gördü. İzleyici doğrudan “Ağır Roman”ı izlemeyecek. Aradan bir zaman geçmiştir, Gıli Gıli Salih’in bir oğlu olmuştur ve Salih’in tekrar Kolera’ya gelmesiyle başlar hikaye.


? Bu arada Tina ne yapmış?
Romanda Tina hayatına devam eder.Salih onun için çok güzel, heyecan verici bir aşktır ama yine de Tina yaşayabilmek için kendi koşullarında kuvvetli bir adamın peşine takılır ve hayatını öyle sürdürür. Filminde Tina’yı biraz kahramanlaştırmak istemişler, Tina da Salih’le beraber intihar eder. Roman biraz daha ayakları yere basan bir hayattan bahsediyor, bizde Tina hâlâ o mahallede, bir süre sonra artık bu işleri bırakıp çekilip belli yerlere dikiş dikerek hayatını sürdüren, hâlâ bakımlı, hâlâ hayata dört elle sarılmış, çevresindeki insanlara aşk tarifleri veren, hâlâ çevresindekileri etkilemeye çalışan bir kadın. Yani yelkenleri açmış da rüzgarın esmesini bekleyen bir hatun oynuyorum.

? Esecek mi acaba?
E Tina bu. Bence durur durur ve rüzgarlara kapılır.


? Herhalde çekimler başlamadan önce tiyatrodan da gelen bir alışkanlıkla Tina üzerine uzun uzun düşünmüşsünüzdür. Ona bir hikaye yazdınız mı?
Tabii canım, Tina hangi müzikleri dinler, kimlerdir arkadaşı, yolda nasıl yürür... Hepsini düşündüm... Tina farklı olmalıydı, seyirciye bir nefes aldırmam gerektiğini düşündüm. İnsanların bambaşka görmeleri gerekiyordu beni. O yüzden süslü püslü, gösterişli ve seksi bir kadını, kendi yaşının arzu nesnesini oluşturmaya çalıştım. Sesler denedim, onun yaşıtlarına bakarak sadece e’leri kapalı kullanıp çok belirgin bir Rum şivesi değil de, daha artık natürel hale gelmiş, daha harmanlanmış bir Türkçeyi tercih ettim. Tabii biraz zorlukları da var, televizyonda “Ağır Roman”ı yapmak, az küfrederek, sigara içmeden, cigaralık tüttürmeden, yani aykırı olmadan bir karanlık dünyayı anlatmak da kolay değil.


? Son oynadığınız kadınlar seksi olmak şöyle dursun, neredeyse cinsiyetsiz kadınlardı...
Çok iyi kadınlardı ikisi de. Dışarıda gördüğüm benim yaşımda insanlar ya da benden çok büyük insanlar “Babam sizi  çok seviyor, annem sizi çok seviyor” diyordu. Ya dedim öyle bir şey oynayayım ki 60 yaşında adam gelsin bu sefer “Oğlum sizi çok beğeniyor” desin. Çünkü bir şeyi iyi canlandırmak da bazen handikap haline geliyor. “Yabancı Damat”ı oynayalı 10 sene oldu, o zaman çok daha gençtim ve insanlar beni hiç kadın olarak görmüyorlardı. Çok fazla yapışsın da istemedim, yeter o kadar, bu kez başka bir şeyle karşılaştıracağım izleyiciyi. Zaten bir oyuncunun ömrü ne kadardır ki? Bir şeye kapılıp gidiyorsunuz ve bir bakıyorsunuz zaman geçmiş gitmiş, elinizde bir şey yok. O nedenle de ben artık bu iyi kadın, annemiz, teyzemiz, ablamız faslını bitirdiğimi düşünüyorum.

? Kadın oyuncular çok çabuk bu anne- teyze kategorisine hapsediliveriyorlar değil mi?
Bağımsız bir karakter yok, özellikle orta  yaş ve üstü için. Hep genç kızlar ve erkeklerin ilişkilerinde ya onları ayıran kötü karakterler, ya birleştiren iyi karakterler bizim yaşımızdakiler için biçilen roller...Bir şeyin hikayesini anlatan, sürükleyen niyeyse biz olamıyoruz.


? Tiyatro ne oldu bu arada? Hiç bu kadar ara vermemiştiniz sanki...
Aslında yakın geçmişe kadar Devlet Tiyatrosu’nda çok faal olarak çalışan bir oyuncuydum. Skor yapma niyetinde değilim.Her yıl yeni bir oyun oynayarak perde açan, çalışkan oyunculardan olmak gibi bir iddiam hiçbir zaman olmadı. Ben bir role âşık olmalıyım ve o rolle çok uzun süre flört edebilmeliyim, aşk yaşamalıyım. Genelde de hep öyle oldu. Mesela “Leenane’in Güzellik Kraliçesi”ni 10 yıl hiç bıkmadan oynadım, altıncı yedinci senede de sahne üstünde bulduğum şeylere hayıflanarak, daha önce niye bulmadım diye kendimi suçlayarak çalışan bir oyuncuyum ben. O nedenle çok oyun okudum, iki oyunu çok sevdim. Fakat biri şansızlığa uğradı, bir doku uyuşmazlığı oldu, iki üç ay prova alıp bitirdik o projeyi. Sonra Martin Sherman’ın yazdığı “Mesih” adlı oyunla çok uğraştım, çok sevdim. Bir Yahudi kızın gözünden dine, cinselliğe, kadın kimliğine bakış vardı ve çok etkili bir oyundu gerçekten. Fakat Devlet Tiyatrosu’nda son yıllarda yaşanan kaostan dolayı epeyce bekledim, bu arada bana tekst verildiği andan itibaren rolü çalıştım, ezberimi yaptım çünkü ben soğukkanlı bakıp bekleyemiyorum, durduğum yerde duramıyorum. Bu yıldan çok umudum vardı fakat bu yıl da repertuvara alınmadığını gördüm. Ve onu unutmak zorunda kaldım. Bütün o ezberlerin üstüne bir sünger çekerek yeni bir maceraya yelken açtım. Yiğit Sertdemir, Kumbaracı50’de oynayıp oynamayacağımı sordu. Ben de hemen kabul ettim çünkü uzun zamandır takip ettiğim, tiyatro adına alternatif, heyecan verici, güzel işler yapan bir ekip. Onlarla provalara başlamak üzereyim.

? Nedir oynayacağınız test?
Aslında çok yeni yazılmış bir oyun ve daha çok yeni elimde. Daha yeni biriktirmeye başladım. Ebru Nihan Celkan’ın yazdığıbir oyun, bir travestinin hikayesi. “Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi”, oyunumuzun adı. Tek kişilik bir oyun. Altı yerli yazar, altı yönetmen ve altı oyuncudan oluşan bir proje hazırlıyorlar, “Altı Üstü Oyun” adı, bu da o konseptin bir parçası. İki ay sonra çıkacak gibi bir takvimimiz var, İlyas Odman’la çalışacağım vücut diliyle ilgili. Ben şimdi bir konservatuvar öğrencisi gibi acaba bu sefer nerelere sürükleneceğim diye çabalıyorum.


? Aradan bunca yıl geçmişken hâlâ bir konservatuvar öğrencisi duygusu oluyor mu?
Kesinlikle. Daha iyi değil. Tabii birbirine çok fazla yakın roller oynamadığım için hep yeni bir insanı yeniden bulmak üzerine benim derdim ve bu bir travesti... Nasıl görünüyor,yaşam koşulları, paylaştıkları şeyler, toplum içindeki mücadeleleri, bunlara çok hassas ve çok doğru yaklaşmak gerekiyor. Yine bilmediğim, yine keşfedeceğim bir kadın, adı Umut. Beni en çok etkileyen şu oldu: Türkiye’de her gün üç travesti cinayeti oluyormuş. Her gün. Bu gerçekten korkunç bir istatistik. Belki sadece bunu bilmek bile bu oyunu oynamam için yeterli.


? “Yine bilmediğim ve keşfedeceğim bir kadın” diyorsunuz. Halbuki bu kadar sene içinde cebinizde vardır bir sürü malzeme, birini çıkarıp oraya uydurmayı düşünmüyor musunuz mesela?
O niyetle gözü açtığım zaman bile öyle bir malzememin olmadığını düşünüyorum. Bir role o kadar koşulsuz, o kadar önyargısız bakıyorum. Ve mutlaka bunda yaratacağım bir zenginliği arıyorum. Zaten bizim ömrümüz neyle geçiyor? Neyi fazla yaptım,ne hayatımda eksikti? Hep bunu kurmaya çalışıyorsun zaten. Bu da işin aslında en güzel yanı. Bundan hiç yüksünmüyorum, benim derdim aman hakkını vereyim,ne olur daha eksiği olmasın ve o prömiyere kadar sunabileceğim her şeyi toplamış olayım.Hakikaten tiyatro prova sürecinde cehennem gibi olsa da ondan sonra güzel bir oyun oynadığında da cenneti buluyorsun orada. Ki ben yeryüzünde en güzel olduğum yerin tiyatro sahnesi olduğunu biliyorum.Güzel bir yürek çıkarabilmeyi arzu ediyorum, güzel derken.


? Fiziksel olarak da güzel hissediyorsunuz herhalde sahnede...
Kesinlikle. Ama sahne üstünde kusarken, ya da gözlerim akmış ağlarken, benim güzel insanlarım öyle insanlar. Kaybeden insanları seviyorum, sahnede kaybetmiş insanların güzelliğin çıkartmaya çalışıyorum.Çünkü bir şekilde hayatla rövanş alıyorsun sahnede. Hayatta belki başa çıkamadığın bir hadiseyi tiyatro sahnesinde oynayarak hem kendini tedavi ediyorsun, hem de yeniyorsun. “Şükürler olsun ki ben tiyatro yapıyorum” diyorum.
“Kadın olmak, boşanmış olmak, üstelik çocuksuz olmak seni öyle yalnızlığa itiyor ki, bu sefer ‘Üç Kızkardeş’e taktım, evet, ‘Bizi çalışmak kurtarır ancak.’ Gerçekten biraz kafamı temiz tutabilmek için çalışmak zorundayım, oynamak zorundayım.”


? Size bu anlamda iyi gelen, zor bir zamanınızda tedavi eden bir oyun hatırlıyor musunuz?
Oldu tabii ki. Mesela “Kadınlardan Konuşalım”dönemi hayatımda karabasan gi bi yaşadığım bir süreçti. O oyun geldi ve beni tedavi etti. Şey düşünüyorum, konservatuvarda pek çok oyun çalıştık fakat hayatımızla birleşmesi henüz erken oluyor o dönemlerde. “Martı”yı oynamamış bir kız çocuğu yoktur konservatuvar sürecinde ama “Bir oyuncu gerçekten kötü oynadığını hissedince ne acı çekermiş bilemezsin” cümlesi, insan hakikaten tiyatro sahnesine çıkıp da istemediği bir oyunda elini kolunu nereye koyacağını bilemediği zaman karşılığını buluyor. Şimdi de çevreme baktığım zaman çok iyi şeyler görmüyorum, her alanda. Tiyatroya ilk başladığım günlere bakınca, bu zamana kadar gitgide yalnızlaştırılmışım. Başlı başına kadın olmak zaten bizi niyeyse bir yalnızlığa çekmeye başladı. Kadın olmak, boşanmış olmak, üstüne üstlük çocuğunun olmaması, bunlar hep statü ve seni öyle yalnızlığa itiyor ki bu sefer de “Üç Kızkardeş”e taktım, evet, “Bizi çalışmak kurtarır ancak”. Çünkü gerçekten biraz kafamı temiz tutabilmek için de çalışmak zorundayım, oynamak zorundayım.


? Hiç oldu mu istemeden oynadığınız oyun?
Olmaz olur mu? Hemen hemen 30 yıldan beri Devlet Tiyatrosu’nda oynuyorum, ilk 10 yılımda dışarıda işitme engellilerle çalışmıştım, onlarla beraber oluşturduğumuz tiyatro müthiş bir şeydi ve inanılmaz şeyler öğreniyordum. Sonra Yıldız Üniversitesi”nde oyunlar koydum, bunlar tiyatrodaki ilk 10 yılımın acısını unutturdu. O dönemde tiyatroda bir repliklik oyunlar oynuyordum, ya da en iyi ihtimalle biri hastalandığı zaman da onun yerine joker gibi oynuyordum. Aslında bir düşündüğüm zaman “İyi ki oynamışım” dediğim oyunlar topu topu beş tanedir.


? İlk kendinizi iyi hissettiğiniz ve kendinizi ispat ettiğiniz oyun hangisidir?
Cüneyt Gökçer yönetmişti, “Yedi Kocalı Hürmüz”de Havva’yı oynamıştım. Orada kendimde bir kıpırtılar hissetmiştim çünkü biraz da “Ay ilahi Sumru” gözüyle bakılıyordu bana ben dışarıda işitme engellilerle filan çalışırken. Sonra Kenan Işık’la 10 yıl gerçekten güzel oyunlar çalıştık. “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz” 10 yıl sürdü, onunla beraber “Macbeth” oynadım o güzeldi, “Abdülcambaz” oynadık, o iyi bir iş çıktı, “Olmayan Kadın” oynadık. Daha sonra oynadığım “Yalnız Kadın” “Şişman Kadın” benim çok sevdiğim bir projeydi. Ardından da “Leenane’nin Güzellik Kraliçesi”, Devlet Tiyatrosu maceram böyle. Son oynadığım Devlet Tiyatrosu’ndaki oyundan bahsetmek istemiyorum


? Şu anki yaşınızda hayal ettiğiniz yerde misiniz?
Benim hayallerim tiyatroda o kadar küçüktü ki. Konservatuvara girdiğim zaman televizyonda olabileceğim hiç aklıma gelmezdi. Derdim ki hep “Işık Yenersu ve Cüneyt Gökçer’in oynadığı bir oyunda sağdan sola geçeyim, vazo rolü oynayayım, onların bu macerasına tanık olayım”. Ondan sonra buna başka ustalar katıldı. Çok önemli şeyler yapayım diye bir derdim hiç olmadı benim. Ben sadece kendimi o rolle, o rolün dünyasıyla bir yolculuğa çıkardım. İyi oyaladı beni tiyatro, sadece bunu söyleyebilirim.


? Oyunculuğun hangi aşamasını seviyorsunuz?
Çok fena bir şey, rol daha benim elime geldiği anda finale doğru bir geriye sayma başlıyor bende. Hazırlanma sürecini çok seviyorum. Biraz asosyal, pardon biraz mı, çok asosyal bir insanım. Genelde evimde ve prova yapacağım salonlarda yaşamayı,oralarda vakit geçirmeyi seviyorum. Onuniçin prova süreci en güzel zamanlarım benim


? Hâlâ ezber yaparken örgü örüyor musunuz?
O terapi. Örgü örerken kaç ilmek atarsın? Milyonlarca... Belki de hiçbir şey yapmadan salt o ezberi yapmaya çalışırsam bu kadar sabrım olmayabilir açıkçası. O yüzden şimdi müzik dinleyerek yapıyorum onu, örgü örmeye boyun fıtığım izin vermiyor.Bir de onu hayatın her yerine yaymak için evimin mesela her mekanında yapıyorum... Yemek yaparken, spor yaparken, yürüyüş bandının üstünde, her koşula yaydığım zaman o başkası olmaktan çıkıp bana ait hale geliyor.


? Bir oyuncu olarak bedeninize de iyi bakıyorsunuz, değil mi?
Amacım tabii ki bedenime iyi bakmak değil ama sahneye çıkabilmek için en önemli özelliklerden biri sağlıklı olmak. Sağlıklı olmak için de spor yapmak ve kendini  ödüllendirmekten başka çaren yok. Hele benim yaşımda artık, yememe içmeme, sporuma, kendime bakmaya dikkat ediyorum. Bir de iyi şeyler düşünmeye gayret ediyorum. Ama bu, hani iyiyi düşünelim, çağıralım, gelsin, öyle şeylere hiç takılmıyorum. Ben o teze hemen bir antitez getireyim; ben hayatımda hep “Ay rezil olacağım, kimse beni beğenmeyecek” diye sahneye çıktım. “Herkes beni beğensin” diye çağırmadım.


? Bu hep böyle mi oluyor?
Bunun çaresini keşke bulsam. Ve çok özeniyorum inan, oyun öncesi bir saat kestireyim diyebilenlere, gerçekten çok özeniyorum, hiçbir kinaye yok bu sözümde, daha relaks olabilsem, gayret ediyorum ama.


? Siz ne yapıyorsunuz oyun öncesi?
İlk zamanlar beş saat önce gidiyordum tiyatroya, şimdi üç saate indi. Kuliste olmak, yavaş yavaş makyajını yapmak telaşsız, gün içinde yaşadıklarından arıtmak kendini, orada yeni bir dünyaya hazırlanmak... Yıllar evvel sana demiştim ya, “Ben demode bir oyuncuyum” diye, pek bir şey değişmedi, hala öyleyim.


 'Kendi tiyatromu kurmayı düşünüyorum'


? Devlet Tiyatrosunda nasıl görüyorsunuz geleceğinizi?
Devlet Tiyatrosunda hemen hemen bütün oyuncuların çok zorlandığı bir süreçten geçiyoruz. Keşke her şey daha iyi niyet ortamında tartışılsa, paylaşılsa, derdimizi biz de anlatabilsek. Çünkü yıllardan beri bir reorganizasyona ihtiyacımız olduğunu biz de biliyoruz, hiçbir zaman yadsımadık. Fikri Sağlar döneminden beri sürekli bunun eksikliği ve bu hantal sistemin yetersizliğiyle ilgili dertlerimiz oldu. Ama hiçbir zaman gerekli ciddiyet gösterilmedi. O nedenle buralara geldi. Umarım güzel kararlar verilir çünkü Devlet Tiyatrosu’nun çok önemli bir yeri var, en önemlisi bölge tiyatroları. Ama başka bir sistem konuşulabilir, ben de çok sıcak bakıyorum, sadece o projeye ait oyuncularla kontrat yapılmasına. Tabii ki olması gereken de bu. Ama tamamen yok edilmesine karşıyım.


? Yeni tasarı biraz onu getiriyor gibi görünüyor...
Ama kimlerle sözleşme yapılacağı da çok önemli... Ya da hangi eserlerin oynanacağı da...


? Kendiniz bir tiyatro kurmayı düşünüyor musunuz hiç?
Aslında bütün bu tiyatro macerama baktığım zaman, özel işlerde çok mutlu, daha özgür hissetmişim kendimi. Belki bu Kumbaracı50 bir adım olacak benim için, ayak uydurursam ben de bir alternatif sahne oluşturmayı düşünüyorum. Daha çok gençlerin yapacağı işlere ağılık vererek, buna tiyatro atölyesi de diyebiliriz, böyle bir mekan sahibi olmak istiyorum. Biraz da televizyonla bu kadar içli dışlı olma nedenim de bu. Bir projeyi eline alıp birtakım yerlere gidip onu ispat etmeye çalışmak, onun hayata geçmesi için uğraşmak çok zor bir şey. Çıktıktan sonra evet, herkes çok mutlu oluyor ama çıkana kadarki süreci ben yaşadım. Bu enerjimi en azından kendi tiyatromda, “evet şu oyunu oynayacağız, şimdi prova başlıyor, şu şu insanlarla çalışmaya başlıyoruz” diye kullanmak istiyorum.


'Sinemada bir şanssızlıktır gidiyor'


? Sinemada parlak bir başlangıç yapmıştınız devamı gelmedi, niye?
Olmadı. Altın Portakal aldığımdan beri, 22 sene gibi bir süredir film çekmiyorum. Güzel bir iş gelsin istiyorum, iki proje vardı istediğim, zaman oluşturamadık. Bilmiyorum, çok mu popüler buluyorlar? Bir zamana kadar popüler olmadığım için teklif gelmiyordu, ondan sonra da popüler olduğum için mi, bilemiyorum... Bütün ticari filmlerden hemen hemen teklif aldım. Böyle sınıflandırmak da yanlış ama içinde kendimi bulabileceğim iş olmadı. Orada bir şanssızlıktır gidiyor.


'En az 12 çocuk istiyordum'


? Hiç çoluklu çocuklu bir aile hayaliniz oldu mu?
Tabii ki. Ben beş yaşındayken babamla çocuk üstüne pazarlık yapıyordum. Yani 24’ten fazla çocuğum olmasın ama 12’den de az olmasın, bir çiftlik sahibiyle evleneyim, her gün tereyağ yiyeyim, yumurta yiyeyim gibi hayallerim vardı. Tabii babam da “Ya adamın ocağına incir ağacı mı dikeceksin kızım?” diyordu. Yine 18 yaşıma geleyim ve Japonya’da bir Japonla evleneyim gibi bir hayalim oldu. İlk mesleğim de köpek berberliğiydi.


? Sonra ne oldu, bu hayallerin size göre olmadığına mı karar verdiniz?
Zaten çok vaktim olmadan küçük yaşta tiyatroyu seçtiğim için mesleğime kavuşmuş oldum. O meslek de bazı zamanlamalar, kısıtlamalar getirdi. Bir şeylere o izin vermedi, bir şeylere ben izin vermedim, o yüzden olmadı.


? Memnun musunuz bundan?
Memnunum tabii. Ne yaşanması gerekiyorsa onu yaşadım. Hayıflanmıyorum, keşke dediğim de bir şey yok açıkçası


? Köpek berberi olmadınız ama her zaman köpekleriniz olmuştur değil mi?
Hayvanlarım oldu. Doğayla ilgilenmeyen bir aktörün iyi bir oyuncu olamayacağına inanıyorum. Bir oyuncunun her şeyden haberi olması gerekiyor. Özellikle bu bastığımız yeryüzünden, gezegenden. Yine kötülük düşünen bir insanın da iyi bir oyuncu olamayacağını biliyorum. Çünkü her şey paylaşmakla başlıyor, ancak paylaştığımız zaman zenginleşebiliyoruz. Ya da çocuk sahibi olmamam çocuklara karşı bir duyarlılık taşımadığım anlamına gelmiyor. Birçok hayvan sahibi var, sokaktaki hayvanlar umurlarında değil, çünkü öbürü onların köpeği, onların çocuğu, böyle bir statü kuruyorlar kendilerine. Ben yeryüzündeki herkesin benim eşim, dostum, kardeşim olduğunu düşünüyorum. İnsanlardan sorumlu olduğumu düşünüyorum, çocuksuz olmam köksüz bağsız, insanların biraz da üzüntüyle baktığı bir yaşam biçimi anlamına gelmiyor.

'Hırçın, beni yak kendini yak ilişkileri sevmiyorum'


? Savaşarak ve didişerek çalışan bir oyuncu musunuz?
Didiştiğim anda ne ekibe bir faydam olabilir ne kendime. Benim kendimle kavgam bana yeter. Ben yönetmenle ve ekiple buluşana kadar kendi kendime büyük kavgalar ediyorum. Ondan sonra genellikle kendi bildiklerimi bir kenara bırakarak yönetmene ve onun dünyasına hizmet etmeye çalışıyorum. Ama ben huzursuz ortamlarda ya da işini sevmeyen insanlarla çalıştığım zaman çok kötü işler çıkardığımı da biliyorum. Didişmeyi özel hayatımda da sevmiyorum. Hırçın, beni yak, kendini yak gibi ilişkileri sevmiyorum. Ha yapmadım mı,belki yaptım ama artık başka bir yerdeyim, artık kafam orada değil.


? Aşk var mı hayatınızda?
Aşksız olur mu?

Milliyet Sanat