Hayatta olan her şey bana da dokunuyor

Janti Metin bu sokağın insanı
Giriş Tarihi : 08.04.2013 - 11:00
Güncelleme Tarihi : 08.04.2013 - 11:00
Hayatta olan her şey bana da dokunuyor


Ağır Roman Yeni Dünya, Metin Kaçan'ın Ağır Roman kitabının 40 yıl sonrasını anlatıyor; kitaptaki karakterlerin çocuklarının hayatlarını yani bugünün dünyasını. Kentsel dönüşüm projesiyle yıkılacak bir mahallenin hayatta kalma hikâyesi bu aynı zamanda. Onur Saylak da o mahallenin Janti Metin'i. Bu rol tam da ona göre, çünkü oyunculukla birilerine madik atmayı seviyor.

Yusuf olarak tanıdık onu, çoğumuz. 1997’de, 22 yaşında üniversite öğrencisiyken girdiği cezaevinden, 10 yıl sonra sağlık nedenleriyle tahliye edilmişti Yusuf, köyüne, yaşlı ve hasta annesinin yanına dönmüştü. Açlık grevi yapmış, “Hayata Dönüş” operasyonunu yaşamış, F Tipleri’nde kalmıştı... Onur Saylak, Sonbahar filminin Yusuf’unu ete kemiğe bürümekle kalmamış, bizlerden biri olacak kadar gerçek kılarak hepimizin ruhuna dokunmuştu... Oyunculuğa dizilerle devam etti Saylak; Asi, Gönülçelen, Sensiz Olmaz... Bu sezon yeni bir diziyle daha karşımızda, 27 Eylül’de Star’da başlayacak Ağır Roman Yeni Dünya dizisinin Janti Metin’i olarak. Metin Kaçan’ın Ağır Roman kitabının 40 yıl sonrasını anlatıyor dizi; Gılı Gılı Salih’in, Fil Hamit’in, Arap Sado’nun çocuklarının yaşadıkları bugünün dünyasını ve kentsel dönüşüm projesiyle yıkılmakta olan bir mahallenin mücadelesini. Saylak’ı ayrıca iki kadın yönetmenin Zeynep Dadak ve Merve Kayan’ın ilk uzun metraj filmi Mavi Dalga’da izleyeceğiz. Ama önce dinleyin...

- “Bir diziye başladığınızda iki yıl yaşamamayı göze alacaksınız. Ben kendi adıma insanlığa dönmek istiyorum. Duracağım” demiştiniz geçen yıl. Neden göze aldınız bu dizi için iki yılınızı yaşamamayı?

- Yedi sekiz aydır çalışmıyorum, biliyorsunuz özel hayatımdaki sebeplerden dolayı, çocuk oldu filan. Ama her oyuncunun heyecanlandığı, içinde olmak istediği projeler vardır. Ağır Roman Yeni Dünya da böyle. Çünkü çok net bir derdi, söylemi var. Seyirciye bir şeyler söyleyebileceğiniz projeler pek çıkmıyor, denk gelince içinde olmak istedim.

- Son yıllardaki dönem dizisi furyasını kıran birkaç sokak dizisi var bu sezon, ancak çok az. Neden bugünü konuşamıyoruz?

- Hep bir hayal, masal dünyasında yaşamak istiyoruz. Oysa toplumsal bir gerçek, bir hayat, bir sokak var... Dizilerden çok şey ummayı doğru bulmuyorum. Çünkü bu bir iş, bir show business. Ama en azından, “Aa böyle insanlar, hayatlar var” dedirtebilmek güzel. Çünkü biz olanı görmek istemiyoruz. Balat, Tarlabaşı gözümüzün önünde, her şey ortada, ama hep sırt dönüyoruz. Gazetelerde her gün kentsel dönüşümle ilgili bir haber var, insanların evlerini kaybetmeleri, borca girmeleri... Ama bunlara sadece bakıp geçiyoruz. Çünkü dert sana dokunmuyorsa umursamıyorsun. Dert sana dokunuyorsa da en sert şekilde karşı çıkıyorsun. Ama doğa böyle değil ki, doğada herkes, bütün nefesler birbirine değiyor.

- Bu diziler bir yüzleşme getirir mi, en azından size getirdi mi?

- Umarım getirir. Bizim için tabii ki yüzleşme getiriyor. İki aydır buralardayız. Mahalleliyle konuşuyor, dertlerini dinliyoruz. Doğal olarak sahipleniyorsun o dertleri ve gerçeği görüyorsun, yansıtılanı değil. Buralara modern gettolar diyorum, ben. Bu insanları buralara sıkıştırıp, suçu, her türlü yokluğu buraya yığıp sonra da bu gettolardan kurtulmaya çalışıyoruz.

- Janti Metin’i tanıyor musunuz?

- Ben iki yıldır buralarda çalışıyorum, Gönülçelen dizisi de burada çekilmişti. O yüzden Janti Metin bana çok yakındı. Kalabalık sahnelerde bize yardıma gelen mahalleliler arasında bazen saçını geriye yatırıp parlak gömlekler giyen abiler de oluyor. Bunlar gayet ağır abiler, ama kafaları iyi olunca iki göbek atıp biz de girelim mi, diyorlar. Set o kadar yaşamın içinde ki, çekim sırasında bir anda bir abi eşiyle, çocuğuyla sete girip evine gidiyor.

- Dizi, Ağır Roman’ın 40 yıl sonrasını anlatıyor, bugün dünden daha mı iyi, daha mı kötü?

- Daha kötü, çünkü artık kapitalizm her yerde, kaçarı yok. Bu mahallelere bile girmiş. İnsanlar da yavaş yavaş şunu düşünmeye başlamış, aç kalacağıma evimi satayım, buraya bir kafe açılsın ben de nasipleneyim. Eskiden mahalle varoluşun en büyük nedeniymiş.

- Önce ODTÜ Fizik bölümünü sonra da Ankara Kamu Yönetimi'ni yarım bıraktınız. Sonra Bilkent Tiyatro bölümünü burslu kazanıp bitirdiniz. İstediğinizi bulmanız niye bu kadar uzun sürdü?

- Ben taşra çocuğuyum, Kuşadalıyım. Büyürken dünyayı yaşadığın yer kadar algılıyorsun, küçük düşünüyorsun. O zamanlar bir sevgilinin olması, anne-babanın para kazanması, turistlerin gelmesi bir hayat için yeterli gibi görünüyordu. Ama ODTÜ, benim aydınlanma çağım oldu. Gördüm ki, dahası var. Sonra dahası, daha da dahası var. Böylece kendi yolunu bulma seçeneğini görüyorsun. O zamana kadar ÖSS, ÖYS’deki bir puana göre hayatın belirlenirken, kendi puanını kendin veriyorsun. Ben 13 yıl üniversite okudum, 30’uma kadar üniversitedeydim. Bundan çok memnunum. Yine olsa yine de okurum. Ama işte bu sistem denilen şey malum, para kazanman, harcaman gerekiyor.

- Bu dahalar sizi neden oyunculuğa getirdi?

- Sevdim, o beni sevdi, ben onu sevdim. Keyifli, hoş bir meslek. Şartları ne kadar zor olursa olsun oyunculuk yapmak beni tatmin ediyor. Bir şey yapıyor algısı oluyor. En azından bir şey yapıyorum, sanatın bir ucundayım, düşüncelerimi söyleyebiliyorum, bu benim için bir varoluş meselesi. Bilgi güçtür ve bir anlamda lanettir. Gördüğünüz, bildiğiniz zaman üzülürsünüz, çünkü sorumluluk alırsınız. Ancak bilmek, seçebilme şansı verir. Benim hayatla ilgili tanımlamam şu; bir problemi tanımlayabilecek kadar zekân varsa, o an çözümü bulursun. Tabii çözümünü bulmak istiyor muyuz, asıl mesele o.

- Bilgilerinizin size yüklediği sorumluluk nedir?

- Öncelikle insan olmak, sonra da iyi insan olmak. İyiyi kötüyü ayırt etmeye ve bunu etrafıma yaymaya çalışıyorum.

- Sonra, nereye varacaksınız?

- Başarı diye bir kavram yok, mutlu ve huzurlu olmak önemli. Hayatta aradığım şey bu.

Dahası kimi ilgilendirir ki...

- Geç atıldınız mesleğe, ama ilk rolünüz Sonbahar’daki Yusuf, zor bir karakterdi, hakkıyla verdiniz. Çıta bu kadar yüksek olunca sonrası için stres yaratmadı mı?

- İlk role soyunurken bir çıta düşünmüyorsunuz ki, o çıtayı insanlar koyuyor. Sonuçta ben Yusuf’u oynadım bitti, kalbimde, beynimde bir yeri var tabii ki, ölene kadar da duracak, çünkü ilk göz ağrısı. Ama hayat devam ediyor ve ne kadar çok yeni şey keşfedebilirsem o kadar iyi…

- Bu keşifleri yapacağınız projelere dair kriterleriniz neler?

- Bir derdi olsun, bir yere dokunsun. Birilerine madik atmak hoşuma gidiyor, anlayacağınız.

- Tuba Büyüküstün’le birbirinizi yıllardır tanıyordunuz ve bu ilişkiden aşk uzun süre sonra çıktı. Aşkı ağır ağır içine alanlardan mısınız?

- Yok canım. Doğru zamanda, doğru yerdeydim. Mesele bu.

- Evde iki oyuncu olmanın getirdiği avantajlar neler?

- Projeler üzerine, roller üzerine konuşuyoruz. Beraber bir şeyler yazıyoruz, çiziyoruz. Sürekli izliyoruz. Bu büyük avantaj. Evde mesleğinle ilgli konuşabileceğin birinin olması muhteşem.

- Google’da röportajlarınızdan ziyade Tuba Büyüküstün’le görüntüleriniz çıkıyor. İkiniz de magazin dünyasından uzak olduğunuz halde böyle takip ediliyor olmak sinirlendiriyor mu sizi?

- Tabii ki özel hayata dalmaları sinirlendiriyor. Biz şu anda bir aileyiz, anne-babamız, çocuklarımız var. Bunun dahası yok ki, dahası kimi ilgilendirir ki…

- Baba olmak, Toprak ve Maya size ne öğretti?

- Karşılıksız sevgiyi... Hiçbir şey beklemeden oturup onları seyretmek kadar güzel bir şey yok. Her gece ve her sabah çocuklarla birlikte oluyor, ondan sonra sete geliyorum.



Esra Açıkgöz
Cumhuriyet/ Pazar Dergi